Önce Fırat Kalkan’ı, sonra Zeytin Dalı sonrasında da Barış Pınarı operasyonlarının askeri başarısı yüz yıllar sonrasında bile askeri eğitim literatüründe yer alacaktır.
Türkiye devleti kendi sınırları içindeki karakolların güvenliğini sağlayamadığı, belirli alanlarda terör örgütlerinin kurtarılmış bölge ilan ettiği, güvenlik personelinin silah ve teçhizat yetersizliği bir yana elindeki silahı terör operasyonlarında kullanmak için yabancı devletlerden izin aldığı bir dönemden buralara geldi.
Gördük ki askeri operasyon sadece silahla da yapılmıyor. Eğer yürek yoksa 30.000 TIR silah hiçbir anlam ifade etmiyor.
Türkiye son yıllarında büyük testlerden geçerek buralara geldi. Son iki yüz yılın içerden ve dışardan kuşatmalarının zincirlerini kırarak yoluna devam ediyor.
Bugün küresel güçlerin önünde el bağlayan değil ayak ayak üstüne atan bir Türkiye var. Eğer bu mücadele bir tek kişi veya bir tek dönem ile sınırlı kalırsa kalıcı olmaz. Bu mücadele kurumlarıyla ve kişileriyle milletimizin tamamının omuz verdiği bir mücadeleye dönüşmeli.
Milletimiz görev düştüğünde devletini nasıl omuzladığını tarihe yaldızlı harflerle kazıdı.
Bu mücadele ruhunun kalıcı bir eyleme dönüşmesi gerekir. Türkiye’nin jeopolitik risklerinin tanımlanması, öngörülmesi, işbirliği halinde bir mücadele planına bağlanması için bütün kurumlar elini taşın altına koymalı.
Sadece resmî kurumlar değil yarı resmî kurumlar ile sivil toplum kuruluşları da mücadeleye omuz vermeli.
Sadece slogan atarak mesaj gruplarından ultra radikal mesajlar paylaşarak değil, iş yaparak mücadeleye omuz vermek gerekiyor.
Ben mesela DEİK’in sahip olduğu küresel ekonomik Network üzerinden terörle mücadele ve Suriye politikamız ile ilgili yaptıklarının neler olduğunu merak ediyorum. ABD, Rusya iş konseyleri müzakere sürecinde nasıl bir lobi desteği sağladılar. Almanya, Fransa ve diğer AB ülkelerindeki iş konseylerimiz Türkiye aleyhine girişimler karşısında neler yaptılar? Bir şey yapmadılar demiyorum. Elbette katkı yapanlar vardır. Ama bu katkının ne kadar sistematik ve etkili olduğunu merak ediyorum.
Üniversiteler Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinde ne tür katkı sağlayabildiler? Üniversitelerimiz askeri riskler ve bunlara yönelik teknik çözümler ile ilgili kaç proje yürüttü? Türkiye’nin maruz kaldığı göç dalgasına karşı bir önerileri oldu mu? Suriye konulu kaç sempozyum yapıldı? Türkiye’nin askeri müdahalesinin ve sonrasında kurulan geçici yönetimin hukuki altyapısının oluşturulmasına yönelik kaç öneri çıktı üniversitelerimizden. Meselenin sosyal, psikolojik, ekonomik, askeri, coğrafi aklınıza gelen bütün yönleri incelenerek karar alıcılar için bir knowhow üretilebildi mi?
Sivil toplum kuruluşlarımızdan kaç tanesi küresel dezenformasyona karşı bir mücadele planına sahip.
Şirketlerimiz Suriye de yakın orta ve uzun vadeli ekonomik çıkarlarımızı araştırıyor mu?
Bir milletin ve bir devletin bekası, varoluşsal sorunlar konusunda topyekûn bir bilincin var olmasına bağlıdır.
Gelinen nokta tarihe iz bırakacak askeri ve diplomatik bir başarıdır.
Ama hiçbir başarı, topyekûn mücadele bilincine edilmedikten sonra kalıcı olamaz.
Kurumlarımız ve kuruluşlarımız Türkiye’nin beka mücadelesini kavrayarak kendilerine uygun bir rol belirlemeli ve elini taşın altına koymalı.
Yaşar baş