Seçim sonuçlarının mutlaka sosyal, siyasal, ekonomik sonuçları olacaktır. Ancak ilk gün gördüğüm psikolojik etkisini anlamsız buluyorum.
Seçim sonuçlarından siyasi karakterimizden ve farklılığımızdan vazgeçmek gerektiği sonucu çıkaran ezik tavırlara hiç gerek yok.
Makul olanın ancak CHP tarafından onaylanan olduğunu, biz ne yaparsak da orada bir kusur olduğunu zanneden ezik davranışlar bizi buralara getirdi.
Son seçim ne Ekrem’in mağduriyet algısından ne de ekonomik ve siyasal koşullardan dolayı kaybedildi. Seçim özgüvenimizi kaybetmekten ve sahada gereken özgüvenle durulamamasından dolayı kaybedildi.
İstanbul’un sandık sonuçlarını önceki sonuçlarda sandık sandık yerel dinamiklerle birlikte analiz etmeyen hiçbir yorum ciddiye alınmamalı.
Mağduriyet edebiyatı, ekonomik koşullar ve Kürt seçmen dinamikleri açısından yapılan olumsuz değerlendirmeler baz alındığında, AK PARTİ’nin en fazla oy kaybetmesi gereken ilçe Sultanbeyli’dir. Ancak sandık sonuçlarına baktığımızda SULTANBEYLİ, Ak Parti’nin oyunu artırdığı iki ilçeden biri ve İstanbul’daki en yüksek oy alınan bölge.
Demek ki seçim sonuçlarını sadece genel siyasi koşullara bağlayan aklı evveller her şeyden önce saçmalıyor. SULTANBEYLİ’de ortaya çıkan sonuç, SULTANBEYLİ Belediye Başkanı Hüseyin Keskin’in, başta İlçe BAŞKANI Ali TOMBAŞ olmak üzere Sultanbeyli İlçe teşkilatının, Sultanbeyli’den sorumlu il yönetim kurulu üyesi Barış Özerol’un hatta oğlu Baran’ın seçim çalışmalarındaki samimiyet ve gayretine tanık olmadan anlaşılamaz.
Eğer seçimlerin iptalinin oluşturduğu iklim tek başına seçimin sonuçlarını etkileseydi, 31 Mart sonuçlarına en güçlü itirazı yapan, seçim sonuçları kesinleşmeden kendi seçildiği belediye başkanlığı koltuğuna oturmayan ve tebrik bile kabul etmeyen Hüseyin Keskin’in belediye başkanı olduğu Sultanbeyli, seçimlerde en çok oy kaybedilen yer olurdu.
SULTANBEYLİ örneğinden anlıyoruz ki, başı dik tutarak, inanç ve özgüvenle çalışmak ve temsil ettiği siyasal iradeye sonuna kadar sahip çıkmak başarının en temel kriteridir.
Son derece meşru bir seçim iptali kararının arkasında özgüvenle duramayan ezik tipler bu sonucun ana sorumlusudur. Şimdi aynı ezikliğin devam etmesini, karakterinizden vaz geçmemizi, yönetim alanını koşulsuz terk etmemizi öneriyorlar.
Seçimden önce sahada göremediğimiz bu ezik tipler, bugün Ekrem’in önünden bütün siyasi ve hukuki bariyerlerin kaldırılmasını telkin ediyor.
Hiç kimsenin önüne adaletsiz ve haksız bariyerlerin konulmasını ben kesinlikle savunmam. Ancak ezik davranıp, siyaseten sahadan çekilmeyi ve herkes için işleyen hukuki mekanizmaların Ekrem için işletilememesini istemek asla doğru olmaz.
Siyasetin doğal koşullarda yani iktidar ve muhalefet arasındaki çekişme, bunun sağladığı kontrol ve denge üzerinden ilerlemesi gerekir. Muhalefetin sahadan çekilmesini önermek, demokrasi kavramının ilkokul düzeyindeki tanımına bile uymaz.
Yerel seçimde İBB Başkanlığı seçiminde Ak Parti muhalefette, ancak İBB meclisinde iktidarda. Her iki taraf da bu denklemin ruhuna uygun davranmak zorunda. Ak Parti seçimlerde bir siyaset önerisinde bulundu. Türkiye’nin yarısından fazlası, İstanbul’un yaklaşık yarısından biraz azı bu öneriyi kabul etti ve bu siyasi önerilerin siyaset alanında savunulması görevini Ak Parti’ye verdi.
Ak Parti’nin temel görevi ve siyaset ahlakının gereği, Ak Parti’ye verilen oylara sırtını dönmemektir.
Ak Parti büyük bir özgüven, inanç ve sadakatle kendisine oy veren insanların iradesini ve hukukunu savunmak zorundadır. Siyaset ahlakı bunu gerektirir.
Eğer Ak Parti küresel çıkar odaklarının ve onların yerli işbirlikçilerinin karşısında özgüvenini kaybeder, kendisine umut bağlayan insanların hukukunu savunmaktan geriye adım atar, teslim olmuş, diz çökmüş gibi bir görüntüye girerse bilsin ki, seçmenle gönül bağı o zaman kopmuş olur.
Özellikle de Ekrem ve Mansur’un ne yapmak istiyorlarsa yapmalarına izin verilmesini, bunların önündeki hukuki ve siyasi sınırların kaldırılmasını, gerektiğinde Merkezi hükümetten desteklenmesini, yapmak istediklerine hukuki engel varsa bu hukuki engellerin yok sayılmasını, Belediye Meclis’lerinin Mansur ve Ekrem ne derse koşulsuz kabul etmesini, bu iki dolandırıcılık sanığının suçlarının örtülmesini, yeni işleyecekleri suçların da görmezden gelinmesini savunan her kim varsa bilinsin ki, Ak Parti’nin ve Ak Partililerin ve özellikle de Recep Tayyip Erdoğan’ın dostu olamaz.
Ak Parti temsil ettiği siyasal iradenin bir sonucu olarak sahip olduğu karar alma yetkisini hiçbir eziklik duymadan sonuna kadar kullanmalı.
Kumpas ve ucuz taktikleri zaten yapmadı ve yapmaz da. Ancak hukuka aykırı hiçbir uygulamaya kesinlikle izin vermemeli ve bir suç işlenirse yargı organları siyasi sonuç hesabı yapmadan gereğini mutlaka yapmalı.
Genel yönetimde siyasal azınlık olanların yaptıkları hukuk dışı engellemelere karşın yerel yönetimde siyasal çoğunluğa rağmen teslim olup, hukuki bariyerleri işlevsiz hale getirecek şekilde ezik davranmaya hiç gerek yok.
Yaşat BAŞ