Ak Parti, Türkiye’nin yükseköğretim kapasitesinde sınıf atlatan gelişmenin öncüsü oldu.
Hızlı gelişmeye bağlı sorunlar elbette var. Özellikle de öğretim üyesi sayısındaki yetersizlikler çokça eleştiriliyor. Şunun altını çizmek lazım. Yükseköğretim kurumları ile diğer kamu kurumları arasında ciddi farklar var. Yükseköğretim kurumları bir yönüyle eğitim hizmeti yaparken, bir yönüyle de bilimsel araştırma yapmak zorunda. Yükseköğretim konusunda örnek gösterdiğimiz batılı üniversitelere bakın. Kendilerine has bir tarihi geleneği ve hatta karakteri var.
Yükseköğretim kurumlarının karakteri bağımsız ve özgün bir yapılanmayı gerektirir. Elbette bir kurucu kadroya ihtiyaç vardır ama doğru olanı bir üniversitenin kendi kadrosunu yetiştirerek gelişmesidir.
Bu dönemde kurulan üniversiteler en geç yirmi yıl içinde gelişimini tamamlamış olgun birer yükseköğretim kurumu haline gelecektir.
Turgut Özal tarafından doksanların başında on yedi yeni üniversite kuruldu. Ben de yeni kurulan üniversitelerden Afyon Kocatepe Üniversitesinin İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Devletler Hukuku Anabilim Dalı Araştırma görevlisi olarak atandım. Kurulduğu zaman yanlış hatırlamıyorsam üniversitenin toplam beş öğretim üyesi vardı. Büyük bir heyecanla yeni kurulmuş bir üniversitenin gelişimine tanıklık ettik. Aradan geçen zamanda Afyon Kocatepe Üniversitesi bugün olgun bir üniversite haline geldi. Şu anda görev yapan rektörü benimle aynı dönemde asistan olan tüm akademik kariyerini rektörü olduğu üniversitede yapan bir isim. Hatta bünyesinden yeni bir üniversite çıkardı.
İşte aynen üniversitelerin kurumsal yapısı da insanlar gibi gelişiyor.
Bir çocuk doğduğunda on sekiz yaşında doğmuyor. Zaten gelişim evrelerini yaşamadan büyürse sağlıklı da olmuyor.
O nedenle yeni kurulan üniversitelerin, temel koşulları sağladıktan sonra kendi dinamikleri içinde aşama aşama gelişmesi çok daha sağlıklı sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
Bu adım adım gelişimi zaten gözlemliyoruz. Kaynaklar, ihtiyaçlar ve performans arasındaki ilişki süreç içinde özgün bir dengeye ulaşacak ve o denge üniversitenin karakterine dönüşecektir. Üniversite yöneticilerinin de bu gelişim sürecinde tarihi sorumlulukları var.
Üniversiteler geçmiş ile gelecek arasında güncele ışık tutacak yol gösterecek bir iş planına sahip olmalı.
Küresel denklem içinde bağımsız bir yol ve bağımsız bir role sahip olacaksak bu yolun işaret taşlarını üniversiteler yerleştirmelidir. Türkiye’nin yüzleştiği her soruna ilgili üniversitelerden onlarca görüş ve rapor çıkabilmesi lazım ki politik karar organları en doğru görüşe sahip olabilsinler ve en doğru kararı verebilsinler.
Adım adım oraya gideceğimize de inanıyorum.
Yaşar BAŞ