Seçimlerin en temel tartışma alanlarından birisi mülteciler oldu. Batı’da mülteci karşıtı söylemler yükselirken midemiz bulanıyordu. Bu mide bulandırıcı tartışma maalesef yanıbaşımıza kadar geldi.
Cansız bedeni sahilde kalmış Aylan bebeğin fotoğrafını paylaşıp, onunla dalga geçen alçak ile aynı havayı solumaktan iğreniyorum ama bu alçaklıkla iş birliği vaad eden alçakların ortalarda dolaşmaya başladığını da, iktidar mücadelesi içinde olduğunu da görüyoruz.
Tarih bizi insani sorunlar konusundaki büyük fedakarlığımız ile not edecek. Burası kesin.
Dünyanın neresinde bir boynu bükük varsa onun için umut olan Türkiye var.
İnancımız bu duyarlığı emrediyor. Büyük devlet olma vizyonumuz dünyanın neresinde bir haksızlık varsa karşısında olmamızı da gerektiriyor.
Onun için küresel çıkar odaklarına rağmen dünyanın yeni eksenlerinden biri olarak Türkiye yükseliyor.
İnsani konuları taktik konuların üzerinde tutan temel politikamız ve küresel adalet vizyonumuz bizi büyük devletler arasına taşıyor. Büyük devlet olmanın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel veya aklınıza hangi alan geliyorsa o alanla ilgili sağladığı büyük avantajlar olacaktır.
Elbette küresel insanlık hareketinin bize yüklediği ağır maliyetler de var.
Büyük maliyetleri azaltacak hatta maliyet unsurlarını avantaja çevirecek bakış açıları bulmamız gerekiyor.
Türkiye’deki mülteci sayısı beş milyon duvarına dayandı. Mülteci akını da kesintisiz devam ediyor.
İnsanlar büyük tehlikeleri göze alarak bir yudum hayatın peşinden koşuyor.
Ödediğimiz hiçbir bedel, Ege’nin sularında hayatını kaybeden bir çocuğun acısının karşılığı olamaz. Hayatını kaybedenler sadece envantere yazılıyor. Kimliği, kişiliği, namusu ve haysiyeti elinden alınanları konuşamıyoruz bile.
Küresel mülteci akınının odağındaki Türkiye, ne tam olarak mültecileri memnun edebiliyor ne de bizim vatandaşlarımızı.
Çevremizdeki insani dramı görmezden gelerek, kurtuluşu topraklarımızda arayan insanlara kapıyı kapatırsak, ne bu dünyada ne de öbür dünyada bunun hesabını veremeyiz.
Ama yük o kadar ağırlaşıyor ki. Bu denklemi değiştirecek adımları atamazsak, bu sefer altından kalkmamız zorlaşacak.
Mültecileri insanca bir hayat düzeni içinde üretimin parçası haline getirmeliyiz.
Türkiye bir mülteci iş gücü pazarı inşa ederse; bugün yaşadığı mülteci sorunu sahip olduğu en büyük silaha dönüşür.
Türkiye mülteci iş gücünün çalıştığı özel ekonomik bölge veya bölgeler oluşturmalı.
Burada mültecilerin ücret ve özlük haklarına ilişkin özel bir rejim uygulamalı.
Bu iş gücünü küresel piyasalar için cazip hale getirmeli.
Ucuz iş gücü olan uzak bölgelerde yatırım ihtiyacı duyanların yakınına ucuz iş gücü getirmeli.
Bu özel ekonomik bölgedeki ucuz iş gücü, batı piyasalarındaki rekabet dinamiklerini değiştirecek, batının bütün ekonomik sistemi baştan sona değişecektir.
Bir sorun olan mülteciler konusu, batının sınırında çok büyük bir silaha dönüşecektir.
Aynı zamanda koşullar değiştiğinde kendi topraklarına dönüşler olacağından, bugün dünyanın kriz bölgeleri yavaş yavaş Türkiye etkisi altına girecektir.
Bu bölgelerde artan yatırım ve üretim batının kıyısında yeni bir Çin inşa edecektir. Peki bir ucuz iş gücü piyasası oluşturmak insani açıdan sorunlu bir davranış olur mu?
Çin de, Bangladeş de Pakistan da Hindistan da olmuyorsa burada da olmaz!
Fabrikayı Çinli işçinin yanına götürmek gayri insani değilse, Çinli işçiyi fabrikanın olduğu yere götürmek niye gayri insani olsun?! Veya Suriyeliyi veya Myanmarlıyı veya Sudanlıyı veya bir başka ülkenin vatandaşını ne fark eder!
Önemli olan asgari insani koşulların sağlanması.
Hatta sosyal konutları, sağlık, eğitim ve kültür hizmetleri altyapısı kurulan bölgelerde mülteciler bir yandan çalışarak, üretirken diğer yandan daha insani koşullarda yaşama fırsatı olur.
Bir sorun ve kriz bu şekilde bütün tarafların kazançlı olduğu fırsata dönüşür.
Yaşar BAŞ