En alçak darbe girişiminin yapıldığı günden bu yana birkaç kez yazdım.
“Hukuk devleti” dediğimiz şey, kamu düzenine yönelik tehlikeyle orantılı, yani tehlikeyi ortadan kaldıracak hız ve ağırlıkta karşılık verebilmeyi gerektirir.
Mekanizmalar, tehlikenin ağırlığına bağlı olarak, tehlikeye karşılık verecek şekilde yer değiştirebilir.
Bu kadar alçak bir darbe tehlikesi karşısında devlet organları normal işleyişine zaten devam edemez.
Normal işleyişe devam edilmesinin oluşturacağı boşluk ve zaafiyet, hukuk devletinin koruma altına aldığı değerlerimiz için daha ağır bir tehdit oluşturur.
Önemli olan, hukuk devleti mekanizmalarının çalışıyor olmasıdır.
Devlet mekanizmaları, ortaya çıkan toplumsal öfke ile tahrik olmadan çalışıyor.
Ceza, toplumun değer yargılarına yönelen saldırıya karşı toplumun gösterdiği öfkedir. Toplumsal öfkenin linçe dönüşmemesi için, devlet organları suç işleyen kişiye, toplum adına, toplumdaki intikam duygularını bastıracak ağırlıkta ceza verir.
Devlet organlarının uygulayacağı müeyyide, toplumsal öfkenin karşılığı olmazsa, toplumdaki intikam duyguları yerleşir, kamu düzeni açısından karşıt tehdit bu olur.
Yani devlet organları, ortaya çıkan toplumsal öfkeye kapılmıyor ama hiç kimse de teorik olarak gücünü aldığı toplumun öfkesini yok sayarak hareket edemez.
Devlet, kamu düzenine yönelen saldırganlık karşısından etkili ve toplumsal öfkeyi bastıran kararlar alamazsa, emin olun bu alçaklara karşı toplumun öfkesini kontrol altında tutmak güçleşir.
Darbe girişimi sonrasında, darbenin ilk hedefi durumunda olan devlet adamları ve yargı mensupları örnek bir çizgi gösteriyor. Darbe gerçekleşseydi muhtemelen ya hiçbir kelime konuşmasına fırsat verilmeden öldürülecek, ya da çok aşağılayıcı şekilde teşhir edilecek olan Cumhurbaşkanı itidal diyor, HSYK Başkanvekili her biri itirazı ayrıntılı değerlendireceklerini söylüyor, Ankara Başsavcısı adalet diyor, savunma hakkından söz ediliyor ve saygı duyuluyor.
Tam bir istatistiki veri elimde yok ama gözaltına alınanlardan yarısından fazlası serbest kalmış durumda.
Demek ki, önüne gelen cezaevine konulmuyor.
Öyle büyük bir travmaya neden olundu ki, bundan etkilenmeyen kalmadı. Bunu fırsata çevirmek isteyenler olacaktır ve olmaktadır elbet. Öncelikle bunun vebali, bu travmaya neden olanlardır.
Bu zamana kadar örnek bir tavır gösteren devlet kurumları, at izi ile it izini bir birine karıştırmaya çalışanlara karşı da örnek bir duyarlılık gösteriyor. Cumhurbaşkanından başsavcılarından hakimlerine kadar.
Soruşturmaları yaygınlaştırmak değil, lokalize etme ve problemin merkezine neşter vurma amacındalar. Sağlıklı tedavi de ancak böyle olabilir.
Şeytani örgütü, soruşturmaların yaygınlaşarak milyonlarca kişiyi kapsamasını, bu şekilde soruşturma altındaki ve onların yakınları olan insanları devlet karşısında bir blok olarak konsolide etmeyi muhtemelen her şeyden çok istemektedir.
Dolayısıyla problemi yaygınlaştırmak, zayıf ilişki veya sadece şekli bir bağ kurarak yargılama alanını genişletmek yerine, problemi bir merkezde toplamak ve doğrudan bu merkeze odaklanmak daha doğru bir tercih olur. Örgütü cezalandırmak kadar önemli olan husus, örgütü zayıflatmaktır. Cephenin devlet eliyle genişletilmesi doğru bir çözüm olmaz.
Soruşturmaların hangi sınırlarda kalacağına ilişkin samimi kaygıları olanlar olabilir. Ben şahsen, gösterilen itidal ve itina karşısında böyle bir kaygı içerisinde değilim.
Herkesin bir birine hakkı ve sabrı tavsiye etmesi bizim ilahi bir şiarımızdır. Bu nedenle samimi bir şekilde, alternatif görüşler ileri sürenlere saygı duymak gerekir.
Ancak bir de samimiyetle ilişkisi olmayan spekülasyonlar peşinde koşanlar da var. Ahmet Taşgetiren’in yazısında bahsettiği spekülasyonlar gibi. Bir yandan da bir okuyucu mektubu gibi sunarak kurnazlık yapmaya, bu ifadelerin kaynağı ben değilim kurnazlığına kaçmaya da hiç gerek yok. Kimden gelirse gelsin, bir köşe yazarı bir ifadeyi köşesine taşımışsa, o ifadenin kaynağıdır ve bunun açıklamasını yapmak zorundadır.
Benim açımdan Taşgetiren’in sözünü ettiği hikayenin teyidi için zaman harcamaya gerek yok.
Hani bizim gençliğimizin meşhur benzetmesi vardı ya.
Biri, “Hz. İsa bir kızım olursa onu kurban edeceğim diye Yaratana söz verdi. Kızı oldu. Sözü üzere onu kurban etmek için dağ başına götürdü. Bu sırada gökten bir deve indi” derse. Bu hikayenin neresini düzelteceksiniz.
Bu hikayenin yalan olduğunu anlamak ve anlatmak için başka bir çabaya gerek var mı.
Tutukladığı kimsenin boynuna sarılıp ağlayacak hakim hikayesi anlatmak yerine Tom ve Jery hikayesi anlatsa daha mantıklı olurdu.
Bu kadar da olmaz yani.
Bunun yanında, her ne hesabı varsa bu travmayı aracı kılarak çözmek isteyenler. Bu travmayı fırsat bilerek şöhret peşinde koşanlar. Yaşanan varlık yokluk mücadelesinden bir fırsat çıkarmaya çalışan çakallar var.
Herkesin sorumluluk duygusu içinde hareket etmesi gerekir.
At izi ile iti izi bir birine karışsa da, süreç içinde ayıklanır.
Esas, at gibi iz bırakmaya çalışan çakal izlerine dikkat edilmesi gerekir.