Bir yıl öncesine geriye dönün bakalım. İçinden çıkılmayacak fikri tartışmalar, komplo teorileri, uluslararası komplo iddiaları etrafınızı kaplamış bu tartışmaların içinden nasıl çıkacağımızı konuşuyorduk değil mi?
Bir taraftan İstanbul Sözleşmesi, bir taraftan ekonomi, bir taraftan dış politika, bir taraftan terör operasyonları diğer taraftan iç politika konularının başlıklarını bile izlemekte zorlanıyorduk.
Ne oldu da bütün tartışmalar bir anda gündemin geri tarafına doğru gidiverdi.
Bugün gündemimiz pandemi rakamları dışında yaklaşık bir magazin gündemine döndü. ABD Başkanlık seçimi bile gündemimizde aşağı yukarı birkaç gün ancak kalabildi.
Defalarca söyledim yine söylüyorum defalarca da söyleyeceğim. Türkiye’nin esas sorunu kendi gündeminin doğal mekanizmalar içinde oluşamamasıdır.
Gündemin bir anda değiştirilmesinin mümkün hale gelebilmesidir.
Sosyal medya üzerinden sadakat ve öfke limitleri fişlenen toplumun gündemi ile oynanmaya başlanmasıdır.
Türkiye henüz yeni siyasal iletişim biçimine adapte olabilmiş değil. Gündemi başkaları tarafından kolayca tayin edilebilir hale geldi. Doğal olmayan fay hatları oluşuyor gibi geliyor bana.
Kim yapıyor bilemiyorum ama yeni iletişim stratejilerinin test alanına döndüğümüz hissiyatı oluşuyor bende.
İstediklerini gündemin önüne taşıyabilen, istediklerini gündemin geri tarafına indirebilen bir komplo ile karşı karşıya isek, çok geç olmadan bu komplo ile mücadelenin yollarını aramak gerekiyor.
Büyük veri tabanlı yeni iletişim stratejisi karşısında elimiz kolumuz bağlı beklersek, test aşamasının devam ettiğini düşündüğüm bu yeni strateji ağır siyasi sonuçlara mal olur.
Genç seçmen kitlesi ile bağımızın giderek zayıflamasının elbette sosyolojik nedenleri de var ama sosyolojiyi aşan dramatik sonuçlar da görüyoruz.
Önümüzdeki seçimler konusunda yeni stratejilerin önemi giderek artacak. Genç seçmen kitlesinin siyasal davranışlarında doğal olmayan izler görüyoruz. Z kuşağı diyerek bu doğal olmayan ve sosyolojinin limitlerini zorlayan tercihlere doğal bir süreç gibi algılamak da bizi doğru bir noktaya götürmez.
Bir sorun varsa, öncelikle bu sorunun mekanizmalarını doğru anlamak gerekiyor ki doğru bir çözüm önerisi çıkabilsin.
Önümüzdeki sorunun sosyolojik bir temeli olmadığını asla söyleyemeyiz. Ama sosyolojinin ürettiği sorunun etkisini artıran ve sosyolojiyi aşan bazı sonuçlar da yok mu karşımızda?
Üniversite gençliğinin siyasal davranışlarının ortalamasını bile sadece sosyolojik gerçeklerle açıklayabilir miyiz?
AK Parti’nin oyu işsizler arasında mı daha yüksek, yoksa büyük çoğunluğu AK Parti döneminde devlet kadrolarına atanan memurlar arasında mı? Hatta şu anda memur kadrosunda bulunanlar arasında memurluk hayatına AK Parti döneminde başlayanlar arasında mı daha yüksek oy oranına sahip AK Parti yoksa göreve AK Parti öncesinde başlayanlar arasında mı?
Ortaya çıkan asimetrik tablonun sosyolojiyi aşan bir tarafı yok mu sizce?
Peki bu tablo üzerinde, Türkiye’nin gündemi ile oyun oynayanların bir etkisi de yok mu?
Geçen yıl bu zamanlarda en büyük
tartışma konusu olarak görülen İstanbul Sözleşmesi konusunda hiçbir şey değişmediği halde bugün gündemimizde hiç yer almaması doğal bir durum gibi mi geliyor size?