Son yıllarda İmam-Hatip liselerinin yeteri kadar açıldığına inanıyorum, artık sıra bu liselerimizin öğretmen ve öğrenci kalitesini arttırmak için yapılması gereken çalışmalarda.
Biz bu okullardan kaliteli, değerli, başarılı öğrenci yetiştirirsek velev ki bu okullara giden öğrenci sayısı oran olarak 1/10 da olsa toplumum kalitesine ciddi bir katkıdır. Çünkü yüce Allah mealen “sizden bir taife irşad vazifesini görsün” diye ferman buyuruyor.
Tabi bu güzel çalışmalara okullara verilen adlarla başlamak lazımdır, diye düşünüyorum.
Mesela;
Hani ilçemizin İmam-Hatip lisesine Salıh Beg İmam-Hatip lisesi,
Lice ilçemizin İmam-Hatip lisesine Ahmed-ı Xasi İmam-Hatip lisesi,
Hazro ilçemizin İmam-Hatip lisesine Seydayi Heci İmam-Hatip lisesi,
Kocaköy İmam-Hatip lisesine Şeyh İsmetüllah İmam-Hatip lisesi adlarını vermek bu okullara manevi bir değer katar.Bu mümtaz şahsiyetlerin hayat tarzı öğrenciler üzerinde müspet bir etki bırakır diye düşünüyorum.Bu zatların herbirini kısaca anlatmak için birer köşe yazısı lazım.
MEB’de bir gelenek varmış, bir ilde ya da ilçede açılan birinci okula o yerleşim biriminin adı veriliyormuş, ama bu kolaylığa kaçmaktır.
Hazro, Lice, Kocaköy, Hani İmam-Hatip lisesi derseniz, maneviyat çağrıştıracak bir şey var mı?
Ama yukarıda saydığım şahsiyetlerin isimleri verirseniz, tabi ki hayatlarını da bir köşede yazarsanız, öğrenci ondan ders, marifet alır diye düşünüyorum.
Bir de şu anda yapımı devam eden Diyarbakır merkez Yenişehir ilçesi adliye civarındaki camiye de Şeyh Sait camisi adını vermekte fayda var. Bu da yetmez açılış gününe parti farkı gözetmeksinin tüm siyasileri davet edelim, oradan Şeyh Sait Meydanına kadar da yürüyelim ve orada idam edilen Şeyh Sait ve arkadaşlarının hatırasına bir “Şehitlik abidesini” inşa edelim, o zaman göreceksiniz insanlarda meydana gelen huzuru, yüzlerine yansıyan süruru, göğüslerini kabartan gururu.
Bu değerlere sahip çıktığımız zaman Kürt gençlerini aslıyla barışarak, daha sağlıklı bir yolda yürümelerini sağlamış oluruz.
Her milletin kendine özgü değerleri var. Bir Kürd’ün babasını öldürseniz arabulucuların hatırına sizi af edebilir, ama atasının mezar taşına tekme atsanız sizi af etmez.Çünkü Kürtler köküne bağlı bir halktır.Doğru olanı da bu değil mi?
Dolayısıyla Diyarbakır’ın manevi değerlerine sahip çıkmak, isimlerini yaşatmak onların ayak izlerinde yürümeyi getirir, onları rol model yapmayı sağlarız.
Mesela Mevlana Cellalettin-i Rumiyi bilmeyenimiz, duymayanımız yoktur, peki Mevlana Xalid'i ne kadar tanıyoruz? Neyse ki bir orta okulumuza adı verilmiş, ama inanın nasıl ki Türk vatandaşlarımız Mevlana Celalettin-i Rumi’nin yolunda yürüyerek manevi sahada mesafe kat ediyorlar, tabi hepimiz ondan esinlenerek maneviyatımıza değer katıyoruz, aynen o şekilde Mevlana Xalit ile de hayatımıza değer katabiliriz, tabi onun Kürt olduğu söyleyerek yoksa onu a Türk yaparsanız o da ayrı bir yanlışa vesile olur.
Mevlana Xalid’in makberi Şam’dadır. Orada “hardül ekrad(Kürt mahallesi)” denilen bir mahalle var, orda bir tepenin yamacında yatıyor. Hayatını okudum ders, marifet dolu, hikmet ve ibret dolu.Müslümanlara hitaben yazdığı uzun bir vasiyeti var. Ben o vasiyetten özet bir cümle çıkardım aslında meseleyi anlatan cümle odur.
Mevlana Xalit diyor ki, “Evlatlarınıza sahip çıkın, Eşlerinize sahip çıkın, Malınıza sahip çıkın, ben öldükten sonra da arkamda ağlamayın” ilk üçü anlaşılır da, “ben ölünce arkamda ağlamayın” ifadesine bir mana verememiştim, ne zaman ki göremediği halde cübbesini Bediüzzaman'a gönderdiğini öğrendim, işte o zaman bu ifadesine bir anlam verdim, sanki lisan-ı hal ile şöyle diyor; “kimseyi alternatifsiz sanmayın bakın ben ölüyorum, ama benden daha başarılı bir insan geliyor” dercesine bir mana çıkıyor bu sözünden ya da en azından ben böyle anladım.
İşte bütün mesele de bu, eğer çocuklarımıza ve eşlerimize, kazancımıza sahip çıkabilseydik, Bediüzzaman'ın açtığı yolda yürüyebilseydik halimiz böyle mi olurdu.
Benden söylemesi.