Geçen günlerde Diyarbakır’da bir dizi çalışmalar yapıp, vatandaşı Kamu Deneticisi Kurumu(KDK), bilinen adıyla Ombudsmanlık hakkında bilgi verip vatandaşı dinleyen Kamu Başdeneticisi Şeref Malkoç bey aynı günün akşamı Nova otelde Sivil Toplum Kuruluşları başkanları ile bir araya geldi.
Benim katılmam konusunda kayda değer bir durum oluştuğu için paylaşmakta fayda mülahaza ediyorum. Memur-Sen’in ev sahipliğinde bu toplantı tertip edildiği için haklı olarak çağrıcılar da onlardandı. Ben toplantıya katılmak istediğimi eski/yeni başkana ve koordinatörlük görevini üstlenen arkadaşa söyledim.
En son dedim ki “arkadaşlar ben toplantıya katılmak için üzerime düşeni yaptım, eğer Yüce Allah konuşmamı dilemişse bir vesile ile gelirim, yoksa zaten katılmama gerek yoktur.” Hani bu tür toplantılara herkesi davet etmek de mümkün değildir. Mesela 100 STK’da 50’sini çağırmak durundaysanız 50’si de gelemeyecek, bundan daha normal bir durum yok. Ben katılmayı aklımdan çıkarmıştım.
Tam toplantının başlama saatinde bu durumdan haberdar olan bir dost beni aradı, “nerdesin hala toplantıya gelmedin” demez mi? Ben de dedim ki, “davet edilmedim, belki böylesi iyiydi” sözüme rağmen kararlı bir eda ile “gel gel, kim seni kapıdan çevirecek, muhakkak bekliyoruz” dedi ve ben de gittim. Sağ olsunlar vazifeli arkadaşlar da beni anlayışla karşıladılar.
Birkaç konuşmacıdan sonra söz sırası bana geldi. Şunları dile getirdim.
“Ben Toplantıya Türkiye Aile Meclisi Güneydoğu Bölge Başkanı olarak katılıyorum. Biz meclis olarak iki yıldır İstanbul Sözleşmesinin yanlışlarını hem kamuoyuna hem her fırsatta yetkililere iletiyoruz feshedilsin diye mücadele ediyoruz. Bu sözleşme iman, edep ve marifetimize aykırıdır.
Bu sözleşme 80.maddesi göz önünde bulundurularak bir an evvel feshedilmelidir. 6284 numaralı yasanın birçok sıkıntılı maddeleri var, ıslah edilmesini talep ediyorum.
Belki konuşma sırası bana gelmez diye, mailinize iki yazı gönderdim.Bir yazının başlığı “TBMM’yi göreve davet ediyorum” o yazımda tamamen İstanbul Sözleşmesine bağlı yazmış/konuşmuştum. Bir Diğer yazıyı da “Şikayetim var arkadaş!” başlığı ile yazmıştım.
Neden şikâyetçiyim?
Televizyon dizilerinden şikâyetçiyim, çünkü inanç ve kültürümüzle örtüşmeyen senaryolar oynatılıyor,
TBMM’den şikâyetçiyim, çünkü bu dönemde meclis çok zayıf, mesela bu İstanbul Sözleşmesi konusunda bir ses verdiği yok,
Külliyeden şikâyetçiyim, çünkü sesimizi Külliyeye duyuramıyoruz, söylüyoruz, yazıyoruz nafile,
Genel olarak siyasetten şikayetçiyim, çünkü Türk, Kürt, Atatürk kavramları ile siyaset yapılmaz.
Şeklinde kısaca konuşmamı özetlemiştim.
Diğer konuşmacıların bir kısmı da benim bu konuşmama destek verdiler,
Ayrıca vatandaşların gönlüne hitap etmediğimizi, bazı ulusal STK’ların yönetimlerinde Cumhurbaşkanımızın yakınlarının olması o tür kurumlara sıkıntı verdiğini dile getirdiler.
Bunun dışında Kürt meselesinin çözümü, Bizden olmayan/Fikrimizi paylaşmayan kimselerin özgürlükleri konusunda hoş görülü olmamız gerektiği, yolsuzluk ve adam kayırma konusunda sıkıntı yaşandığı dillendirildi.
Toplantı süresine bir sınırlama koymayan Ombudsman genel bir değerlendirme yaptıktan sonra dedi ki, “Arkadaşlar varsa şikayetleriniz dilekçe verin, dilekçe devletin kurum ve organlarını harekete geçirmek için bir starttır. Tıpkı hizmete hazır bir araba gibi, nasıl ki kontağı çevirdiğimiz zaman araba harekete hazır hale geliyorsa dilekçe de böyle bir dürtü görevini görüyor.”
İstanbul Sözleşmesi, 6284 numaralı yasa ile ilgili basın üzerinde şikayetler gelince ben Meclise gittim tek bir dilekçe bile meclise verilmemiş. Dizilerden şikayet ediyorsunuz yine dilekçe ile RTÜK’a şikayet eden yok, Ombudsmana dilekçe verilmiyor. Peki bir KDK olarak hangi gerekçe ile harekete geçeceğiz?
1974 yılında “İddia” adıyla vatandaşa bu hak verilirken, daha sonra “Arzuhal” olarak adlandırılmış ve en son “Dilekçe” adını almıştır. vatandaşlarımız söyleniyor, ama söylemiyor.
Bir ilde kurum amirleri ile vatandaşları bir araya getirmiş, taleplerini alıyoruz, baktım bir kız çocuğu dedi ki; “Ben teşekkür etmek için söz almak istiyorum.”
Söz alınca dedi ki, “Bizim kenar mahallede beş bin nüfuslu bir yerleşim birimimiz var, belediye otobüslerinin güzergahı oradan alındı, baktım ki evde, okulda, sokakta herkes eleştiriyor, ben de sosyal bilgiler kitabında Kamu Denetici Kurumunu okumuştum, hemen elektronik ortamda bir dilekçe yazdım, üç günde tekrara belediye arabaları mahallemizden geçtiler ve rahat bir nefes aldık dolayısıyla size teşekkür ediyorum” dedi. İşte dilekçe vermenin faydası.
Dilekçenin önemi için babamın bir sözü aklıma geldi, yazımı onunla tamamlamak istiyorum, söyle derdi: “Evladım devletin gözleri pek görmüyor, ama kulakları iyi çalışıyor” hakikaten de öyleymiş. Yüz defa kendi kendimize mırıldanıp kahrolmaktansa bir defa dilekçe yazmak daha evladır.
Tabi bir önceki yazımda belirttiğim gibi kimler, hangi durumlarda hangi sorunları Ombudsmana şikayet edebilir belirtmiştim. Yoksa gereksiz bir tarzda müracaatımız olursa zaten önincelmeden geri döner.
İşte medeni devletin özelliklerinden biri, Ombudsman ayağınıza gelir ve sizi dinler. Artık Ankara’da 81 ili tam manasıyla idare etmek zorlaştı, dolayısıyla Başkanlık sistemi gereği azami düzeyde yerel yönetimlere görev devri zamanı geldi de geçiyor.
Haydi hayırlısı.