Mekke, Medine, Kuds-ı Şerif neden bu kadar önemli, çünkü buralar en çok vahiy ile haşir/neşir olmuş mekanlar, hak ve adalet mücadelesi buralarda çok verilmiş. Dolayısıyla buralardan insanlık adına alacağımız dersler vardır.
Öyleyse bu mekanların özgür olması lazım, tabi özgürlüğü bu günkü bazı kalitesiz insanlar gibi belden aşağı düşünmezsek, çünkü asıl özgürlük inanç özgürlüğüdür, fikir ve düşünceyi ifade özgürlüğüdür.
Birçok insan hayatında örnek aldığı, rehber edindiği bir şahsiyet bir değer vardır. Kimisi Hz.Yusuf’u, kimisi Hz.Ali’yi, Kimisi Ömer Muhtarı kimisi de Din dışı aktörleri örnek alıyor; Lenin, Mao, Che Guevara’nın izinde kimler gitti kimler? yani Allah’ın kitabına inanmayanların kitabı, Peygamberlerini tanımayanların da kendine göre bir kılavuzu vardır, unutmayalım!
Peki biz Eshab-ül Kehf gençliğini neden gençlerimize örnek insanlar olarak anlatmıyoruz?
Madem kılavuzsuz olmaz, gelin biz de Allah katında değer kazanmış bir anlamda noter tasdikli birer şahsiyet olan kimseleri model alalım.
Bana öyle geliyor ki Kehf suresindeki kıssa aktörlerine bakınca üç farklı duruş/tarz dikkat çekiyor
Bir, haddini aşmış Dekyanus,
İki, bu hadsizlik ve haksızlık karşısında sesiz kalan ehali,
Üç, bu yanlışa “hayır!” diyen Ashab-ul Kehf,
Bu üç şahsiyeti iyi çözmek lazım ve ona göre tarafımızı belirtmek gerekir diye düşünüyorum.
*Kur’anın ifadesiyle “İnsan kendini zengin görünce muhakkak tuğyan eder” ayetinin açık bir misali olan Dekyanus öyle bir haddini aşar ki ehalisi üzerindeki hükümranlığını ilahlık olarak ilan eder.
Halbuki sahip olduğu zenginlik, güç, kuvvet ve sıhhat ona Allah’ın bir lütfüydü, ona düşen Allah’a secde edip, ona şükür etmek ve imkanlarını hak ve adalet uğruna hayırda kullanmaktı. Nefsine uydu ve Allah katında değerden düştü. Şu anda dahi buna benzer gaflet halini yaşayan insanlar etrafınızda yaşıyor maalesef!
*Ehalisine gelince “bana ne, sana ne?” gibi nemelazımcılık tarzıyla Dekyanus’un bu dengesizliğine karşı sessiz kaldılar ve bir anlamda bu ilahlık taslama gibi günahların en büyüğü olan kabahatini alkışladılar, sesiz kalarak bir anlamda onayladılar, halbuki o da kendileri gibi bir insandı, birileri huzuruna çıkıp “bey efendi güçlüsünüz, mertsiniz, cesaretlisiniz büyüğümüzsünüz, ama ayıp oluyor bu ilahlık iddiası sana yakışmadı” diyebilmeliydi. Maalesef bunu yapmadılar ve onun günahlarına bir anlamda ortak oldular.
Bu vurdum duymaz tarz o gün onlara yakışmadığı gibi bu gün de insana yakışmıyor, insanlık birbirinden mesuldür.
*Ashab-ul Kehf (mağara arkadaşları) olarak bilinen gençlere gelince Dekyanus’un bu haddini aşan iddiası onlara inandırıcı gelmiyordu. Kainatı yaratan, sevk ve idare eden, insanları yoktan var eden ve vardan yok eden, bir insan olamazdı.
Dekyanus sarayının sevilen gençleri ve onun danışmanları olduğu iddia edilen Mernuş, Demernuş, Şazenuş, Yemlihan, Meselina ve Mekselina aralarındaki mehabetten dolayı öğle yemeklerini bir arada yiyor, dönerli olarak her gün öğle yemeğinde birinin evinde oluyorlardı.
Bir gün Yemlihan’nın evindeyken Yemlihan, bu Dekyanus’un ilahlığına inanmadığını, bundan dolayı muzdarip olduğunu söylüyor, diğerleri de aynı düşünceleri taşıdıklarını söylüyorlar ve kaçmaya karar veriyorlar. Malumunuz yolda çoban olan Keftetetyuş da bunlara karışıyor ve Kıtmir adındaki köpekleri de arkalarına düşüyor.
Yarım günde artık ne kadar uzağa gidebildilerse gidiyorlar ve akşam olunca mağaraya çekilip uykuya dalıyorlar. İkinci gün bunların saraya gelmediğini gören Dekyanus evlerine birilerini gönderince mesele anlaşılıyor ve yeterli sayıda muhafızlarını alarak arkalarına düşüyor, mağarada yatmış vaziyette olduklarını görünce mağaranın kapısına bir duvar örme emrini veriyor ve kendince bunlar uyanırlarsa açlıktan öleceklerinin hesabını yapıyor.
309 yıl sonra uyanan bu gençler daha da uzaklara gitme niyetindeler ve biri çoban arkadaşlarının elbisesini giyerek çarşıdan bir miktar azık ve ekmek almak niyetiyle şehre iniyor, Dekyanus zamanındaki tarihi parayı Fırıncıya uzatınca bir tartışma yaşanıyor, bu parayı nerden buldunuz diye? O da diyor ki, yahu daha dün ben pazarda pamuğumu sattım, bu para onun parası tarihi para da ne oluyor? Bu daha da merak uyandırıyor.
O zamanın Abdurrahman adındaki yöneticinin huzuruna çıkarıyorlar meseleyi anlatınca meğerse İncil’de de bu gençlerin kıssası anlatılmış ve mesele anlaşılıyor. Tabi şu anda mevcut İnciller tahrif edildiği için bu kıssayı içinde bulamayabiliriz, o ayrı mesele.
Rivayet edilen şu ki arkadaşlarının yanına varan bu genç hadiseyi onlara anlatıyor ve bunlar Allah’tan canlarının alınması duasında bulunuyorlar. Bir yandan ölürken diğer yandan mağaranın kapısı kendiliğinden bir mucize olarak kapanıyor. Tabi bir yazı bu anlatıma elvermiyor, isteyen Kehf suresini okuyup Kur’anı kerimden tefsir eşliğinde daha detaylı bilgi edinebilirler.
İşte bize böyle gençler, böyle delikanlılar lazım. Bundan üç yıl önce Fis ovasında bir cami yapıldı, be o zaman “Eshabul Kehf ruhu uyanıyor” başlıklı bir yazı yazmıştım. Ne yazık ki o ruhun uyanmaması için bu değerli şahsiyetleri görmezden gelenler var.
Baksanıza bu kadar ders verici bir kıssa Kur’anı Kerimde ayetlerle anlatılıyor, ama ders kitaplarımızda yer almıyor, bu haktan reva mı? Aslında Diyarbakır’ın tüm gençleri zorunlu eğitim süresince bir gün muhakkak Dekyanus harabeleriyle başlayan ve Ashab-ül Kehf mağarası ile biten bir gezi/ziyaret yapmaları lazımdır diye düşünüyorum.
Bundan önce iki yazı daha yazdım, beni arayan birçok yaşlı başlı insan Eshab-ul Kehf’in licede olduğunu bile bilmediklerini söylediler, hatta bunlardan biri de tarih öğretmeniydi.Tabi hocamız haklı ne Edebiyatta, ne Tarihte ne de Sanat tarihinde yer almıyorsa kim nerde bilecek. Ben de Kur’ani ilimlere bir derece vakıf olduğum için biliyorum.
Bu Kur’ani kısaya sahip çıkmak boyun borcumuzdur.
Haydi ya Allah, hep beraber.