Allah bir toplumu rehbersiz, aydınsız etmesin. Abdurrahman Dilipak bu tür şahsiyetlerden biridir. Hele şu televizyon ekranlarına bakın Cumhurbaşkanımız İstanbul Sözleşmesi hakkında konuşmayana kadar kaç kişi bu Sözleşmesini dert ediyor, sabah akşam dillendirerek kamuoyuna sakıncalarını anlatıyordu. İnanın bir elin parmakları geçmez.
Dilipak, Şimşirgil, Kaplan, Güntekin, Balcı, Çevik, Bayanlardan Şenlikoğlu, Maraşlı ve Türkan … binlerce yazar çizerden bunlardan başkası pek aklıma gelmiyor. Elbette ki arada bir bu sıkıntıyı yazılarına konu edenler olmuştur, ama bunu birinci dercede dert edinen pek yoktu, galiba
*Dilipak diyor ki; “Din, mezhep, ahlak, gelenek” gibi değerlerin referans alınmasını engelliyor. Hatta bunların Kur’an-ı Kerim’deki “Islah”, “Nush/Nasihat”, “Hakemlik”, Şahidlik, “Arabuluculuk” kavramlarını yasaklayabiliyor
*Şimşirgil diyor ki, “Tanzimat’tan bu yana en büyük tehdit ailenin çözülmesidir. Ailenin korunması millî güvenlik meselesi hâline gelmiştir. Ailenin çözülmesine yol açan; Millî Eğitim, Aile Bakanlığı ve KADEM projeleri derhâl durdurulmalıdır!..”
*Kaplan diyor ki, Bu sözleşme ile adamlar bizden İstanbul fathinin intikamını almak istiyorlar!
*Gültekin diyor ki, İstanbul Sözleşmesi ve onu var eden ideolojiyle şiddeti önleyemezsiniz. İstanbul Sözleşmesi’ni var eden ideoloji bugüne kadar insanlığın önüne pek çok belge koydu, birçok sözler verdi, sayısız vaatte bulundu. Özgürlük vaat etti, demokrasi vaat etti, eşitlik vaat etti, insan hakları vaat etti, refah vaat etti, barış vaat etti. Hangisini gerçekleştirdi? Vaat ettiği her ne varsa tersi olmadı mı? Şimdi de şiddeti önlemeyi vaat ediyor.
*Balcı, diyor ki, İstanbul Sözleşmesi, bizzat aileyi yok eden bir yasa ve içinde aile kelimesi bile geçmiyor.
*Çevik, diyor ki, Bu sözleşme cinnet ve cinayetlere sebep oluyor, Aile yapımızı bozmaya yönelik bir hamledir.
*Türkan diyor ki, bu sözleşme içindeki “Ev içi” derken aile kavramı ortadan kaldırılmakta, nikahsız beraberlikler meşrulaştırılmakta, cinsiyet ayrımı yapmayacağız diye Lut (a.s)’ın kavminin helâkına sebep olan nahoş durumun hoş görülmesi istenmekte, iffet kavramı unutulmakta, dini hassasiyetimizle alay edilmektedir.
*Şenlikoğlu diyor ki, İstanbul Sözleşmesi ile önümüzdeki seçime asla giremeyiz, biz ak partiyi seviyorsak o da bizi sayması lazım, bir an evvel bu hatadan dönülmelidir.
*Maraşlı diyor ki, kadını kutsal inek haline getirmek istiyorlar…vs
Üstelik hepsi de diyor ki, eğer Ak Parti bu sözleşmeyi kaldırmadan seçimlere giderse seçimi kaybetme ihtimali hayli yüksektir.
Ben de Türkiye Aile Meclisi yönetim kurulu üyesi olarak “aynen öyledir” diyorum. Bu söylenenleri tasdik ediyorum.
Medyaya gelince son birkaç ay hariç Akit tv., Rehber Tv., tv,5 ile matbu basından Akit, Doğru haber ve Milli gazete hariç pek dert edinen yoktu.
Sadece iki maddesine atfen bir açıklamada bulunacağım ki bu maddeler tek başına bu sözleşmenin kalkması için yeterli gerekçe oluşturmaktadır.
3.maddenin (a) bendi kadına şiddet cezalandırılır, kadının herhangi bir gerekçe ile özgürlüğü kısıtlanamaz. Şiddeti Ekonomik, Psikolojik, Cinsel ve Fiziksel olarak dört çeşide ayırıyor üstelik sınırı belli değil, aynı maddenin (f) bendinde 18 yaş altı kızları kadın sınıfında tanımlıyor ve dolayısıyla babanın kızına olan nasihatine dahi ayar veriyor. Yani babanın kızına, eşine bir konudaki uyarısı dahi şikayet edilirse babanın evden uzaklaştırmasına gerekçe olabiliyor.
Yani aile içinde herkes kendine, karşılıklı sorumluluğu ortadan kaldırıyor. Aslında bu sözleşme partner hayatı yaşayan kimseler için ev içi ilişkiler için hazırlanmış ama ne yazık ki biz bunu aile hayatına uyguluyoruz, büyük bir kabahatte burada karşımıza çıkıyor.
12.Maddenin 5. Bendi kadına şiddet konusunda örf, adet, kültür, sözde namus ve dinden gelen hiçbir norm kabul edilemez, bu tür müeyyidelerin kökünün kazılması lazım diyor.
Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşında;
“Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli,
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli…”
Dese de bu sözleşme hem mabedimize hem mahremimize dokunuyor.
Bir yandan Diyanet Resi’nin Hutbede okuduğu ayete dokunuyor, diğer yandan ayıptır söylemesi cinsel şiddet kavramıyla aile hayatının en mahremi olan yatak odasındaki hal ve ahvalini cinsel şiddet adı altında karakola ve mahkeme salonuna taşıyor.
Bu sözleşmeden bahsederken kadın erkek eşitliği ve kadına yönelik şiddeti önlemeyi kapsıyor diyenlere acıyorum, çünkü en az bu alana hizmet ediyor, uygulamaya konuldukça da şiddeti körüklüyor maalesef!
Bu sözleşmenin içinde 25 defa Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Cinsel yönelim geçen ve bununla insanlık fıtratına ve müktesebatına savaş açan bu sözleşmenin kadına yönelik şiddeti önleme ile kamufle edilmesi hayra alamet değildir.
Hiç düşündünüz mü? Barolar birliği, Tabipler birliği, Belediyeler birliği ve seküler iş dünyası neden bu sözleşmenin arkasında duruyor. Bunlar karanlık bir aklın hayatın içindeki yansımalarıdır.
Bu konuda gece gündüz demeden İstanbul sözleşmesinin bu sinsi yüzünü bize anlatan yazar çizer sınıfına teşekkür borçluyuz.
Bu aydın insanların en başında Abdurrahman Dilipak geldiği için hepsini bir vücudun azaları gibi görüp Dilipak’lara selam olsun diyorum.
Abdurrahman Dilipak’a dava açan ak partili kadınlar doğru bir iş yapmadılar, kendileri bu davadan mağlup olarak çıkacaklar. Ak parti Dilipakların taşıdığı ruha dönmedikçe kendisi her geçen gün savrulacak hatırlatmakta fayda var.
Şu anda Ak partiye parasıyla, mesaisiyle destek verenler bir kenara itilirken, Ak Partiyi geçim kaynağı olarak kullanıp ondan nemalananlar bu partinin kilit noktalarını almış durumdalar, tabi bazı samimi kimseleri tenzih ediyorum.
Bu çarpık yapılanmayla siyaset gitmez, Cumhurbaşkanın arkasında saklanarak, devletle bütünleşerek siyaset yapılmaz, bakın bakayım halk ne diyor? Ak Partinin has üyeleri ve mert adamları ne diyor? Ak Parti Kadın kollarını Abdurrahman Dilipak hakkında dava açmasını ayıpsıyorum. “Biz nerede yanlış yaptık” diye düşünerek şikayetini geri çekmelerini bekliyorum.
Selam ve selametle…