Yaşı müsait olanlar biliyor, 1974 Kıbrıs harekatında ülkemizin birlik ve beraberliği gönülden vardı, şimdi de var diyebilirsiniz ama şimdi vatandaşlık icabı zorunlu bir beraberlik var. Ne yazık ki Ak Parti dönemine kadar bir kısım karanlık odaklar vatandaşlarımıza ciddi bir sıkıntı verdi. Son 20 yılda bir çok alanda iyileştirmeler oldu ama şu anda da devletin imkanlarını lehyine kullananlar türeyince bu defa başka türlü bir kırgınlık oluştu.
Ben hatırlıyorum; o zaman lise talebeleri askerlik şubesinin önünde sıraya girmişlerdi, gönüllü olarak Kıbrıs harekatına katılmak için, bunlar arasında ANAP’ta iki dönem millet vekilliği yapan Sibgatüllah Seydaoğlu da olduğunu söylüyor.
O zamanlarda genç bir basın mensubu olan Bahri İleri anlatıyor; 2000 genç Askerlik şubesinin kapısına dayandık. Şube Başkanı Albay rütbesinde bir subaydı, kapıya çıktı, duygulandı ve dedi ki; “Bu ülkede bu birlik ve beraberlik oldukça kimse sırtımızı yerine getiremez evelAllah”
Bunun dışında bir çok sivil vatandaşlarımız gayri resmi harekata katılmıştır. Bunu da Kıbrıs harekatı üzerine Kürtçe saz eşliğinde “kılam” söyleyen ozan/dengbejlerin sözlerinden anlıyoruz.
Siz kendinizi devlet diye tanımlamışsanız yanı başınızda bir kesim insan diğer bir kesim insana zulüm ederse “Bana ne?” diyemezsiniz. Kıbrıs’ta bir kesim haddini aşanlar Enosisi uygulamak için nerdeyse Kıbrıs Türklerini imha ediyorlardı.
Rahmetli Erbakan Hoca Başbakan yardımcısı olmasaydı, cesaretimizi toplayıp harekete geçmemiz dahi zor olurdu. İyi ki müdahale edildi ve o insanlar yurdunda, yuvasında insanca yaşama imkanı buldular.
Malumunuz Kıbrıs’ın fethi esnasında cihat için gelen Hz. Peygamberin halası Hala Sultan’ın mezarı da buradadır. Bir ara İslam Konferansı Örgütü(İKÖ)’nün toplantısında(sene 2010) Kıbrıs Başbakanı Hakkı Altun şöyle bir ifade kullanmıştı; “Biz Peygamberimizin Halasının mezarının nöbetindeyiz” demişti. Kendisi hayattaysa Allah selamet versin, vefat etmişse ruhu şadolsun.
Kıbrıs ülkemiz için bir ileri karakol düzeyinde güvenliğimizin Akdeniz tarafının sigortasıdır,
Kıbrıs Ortadoğu enerjisinin Avrupa'ya taşınması için bir ara basamaktır.
Kıbrısı sahiplenmek, arkasında durmak bizim hakkımız ve vazifemiz. İnsanlıktan nasibini almamış günahkar azınlık bir kesim Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki Garantörlük hakkına karşı olsalar da biz bu vazifeyi yerine getirmekle yükümlüyüz.
Şu anda Emekli Tuğgeneral olan Cemal Eruç bey Kıbrıs harekatı esnasında yarbay rütbesiyle savaşa katılan bir kahramandır.
Babası Hava Kuvvetlerinde muvazzaf asker olması hasebiyle çocukluk yıllarında Diyarbakır’da yaşamış, bu şehrin ekmeğini yemiş, suyunu içmiş, bunun yanı sıra 280 Kıbrıs Gazisiyle harekatın canlı şahitlerini düşününce yazıma şu başlığı vermek içimden geldi; “Kıbrıs’ın Tapusu Diyarbakır’lıların Elindedir”, dedim.
Gelin eski günlerimizi yad edelim, birlikte yaşadığımız acılı, sevinçli günleri hatırlayalım.
Malazgirt meydan muharebesini, Çanakkale savaşını, Milli mücadeledeki muhtelif savaşları hatırlayalım, göreceksiniz daha içten birbirimize sarılıp ve samimi duygularla “bu ülke hepimizin” diyeceğiz.
Büyüklerimiz anlatıyorlar; Kurtuluş savaşında seferberliğe sadece bizim köyümüzden(Kırmataş)’tan 80 babayiğit sefere katılmış, 79’u şehit, bir tanesi evine dönmüş, onun da bir gözü kayıp, üstelik babası da 93 harbinde şehit düşmüş. Başka örnek vermeye gerek var mı? Bir gözü ama olan kişi de babamın dedesidir. Yani ben hem şehit hem gazi neslinden gelmeyim.
Karanlık bir akın geldi, 79 dokuz şehit veren bu köye her fırsatta zulüm etti. Dövdü, sövdü, işkence etti. Üstelik birilerini “bu köylü/köylüler vatan hainidir” şeklide ikna etti. Aslında bu köy üzerinde ben Kürdistan köylerini kast ediyorum. Tabi Kürdistan kelimesi hemen bazılarında stres oluşturuyor, yahu arkadaş Kürdistan demek Kürtlerin yaşadığı coğrafya demektir. Geçende bu tür sıkıntılardan dolayı bir iddia ortaya attım; "ben imanometre buldum” dedim, o ölçü de şuydu; eğer Kürt ve Kürdistan kavramları sizde bir sıkıntı oluşturuyorsa imanınızda sakatlık var demiştim.
Bırakın bu hastalıklı ruhu, ecdadımız bize Türkiye Cumhuriyetini “Devletin dini islamdır” şeklinde kurdu, ama biz o emanetine sahip çıkamadık. Daha yeni yeni fark ediyoruz.
Devletin iskeletini oluşturan sistemi kurarken inanç ve kültürümüzle bağdaşmayan alafranga yasalar ithal ettiklerinden bu yana bir türlü huzur bulamıyoruz. Mümkün de değil; tiklinin postunu aslana giydirme gibi bir şey. Gün gelir o post yırtılır, Allah’ın inayetiyle, o gün yakındır.
Bu devlet bizim, ama sistemi yabancı, başka bir ifade ile ev bizim ama içindeki eşya bize huzur vermiyor, bu eşyayı değiştirmemiz lazım. Dolayısıyla yeni yüzyılda bu sistem değişmeli, hak ve adalete endeksli, 23 Nisan 1920 yılında dualarla açılan meclisin ruhu, İstiklal Marşının özü ve Veda hutbesiyle barışık bir tarzda dizayn edilmiş bir nizam gelmelidir.
Kıbrıs gazilerinin çocukları, torunları tekrar kol kola verip, bu dünya cenneti vatan topraklarında huzur içinde yaşamaya devem edeceklerdir.
Kalın sağlıcakla...